BİR- TEMEL İLKELERİMİZ
Temel kaynağımız Kur’an-ı Kerim, her alanda yegane önderimiz ise Hz. Resul-i Ekrem’dir. Hz. Resulüllah’ın üzerimizdeki örneklik ve önderliğinin kaynağı; Siret-i Nebevi, Hz. Resul-i Ekrem’den, Ehli beytinden ve seçkin ashabından bize ulaşan sahih sünneti ve hadisleridir.
Hz. Resulüllah’ın yoluna tabi olmak, aynı zamanda onun Ehli beytinin ve seçkin ashabının ortaya koyduğu örnekliği ölçü almaktır. Zira Fatiha suresinde “Sırat-ı müstakim” olarak tanımlanan “peygamberler, sıddıklar, salihler ve şehitler” her şeyden önce Hz. Resulüllah’ı, onun pak ehli beyti ve seçkin ashabını ifade eder.
Hz. Resulüllah’ın, ehli beyti ve seçkin ashabının gittikleri yol, hidayet kitabımız Kur’an-ı Kerim’in pratik örnekliğidir. Onlar bu örneklikleri ile bütün Müslümanlar için birer “canlı Kur’an” ve “hidayet önderleri” olmuşlardır. Bu örneklik Kur’an-ı Kerim’de “Sırat-ı Mustakim” olarak tanımlanmaktadır.
Kur’an-ı Kerim dışındaki hadisler, rivayetler, dualar, hutbeler, hangisi olursa olsun, temel bilgi kaynaklarımızdan olmakla birlikte, bunlarda yer alan bilgilere ittiba da ancak Kur’an-ı Kerim’e uygunluk ölçüsündedir. Burada da ümmetimizin salih ulemasının ilim ve usul üzerinden yaptıkları, tahkik, tasnif ve çalışmalara itibar ediyoruz.
İslam tarihinde zaman içinde oluşan, Müslümanların hayatında şekillenen bütün geleneklerimize, örf ve ananelerimize İslam’ın temel naslarına uygunluğu ölçüsünde yaklaşırız. Onun için önümüze çıkan geleneği ne olduğu gibi bütünüyle alır, ne de onu küçümser ve toptan reddederiz.
Ümmet içinde ilim, irfan, liyakat ve ehliyeti ile tanınıp değer gören, muttaki ve bağımsız ulemanın içtihatları ve fetvaları bizim için Şer’i referansları teşkil etmektedir. Fetvalarla amel etmek, illa ki belli bir mezhebin ve belli alimlerin fetvalarına bağlı kalmak demek değildir. Önemli olan en genel anlamda muteber İslam fıkhı dahilinde olmaktır. Müslümanlar arasında Hanefi, Şafii, Maliki, Hambeli, Caferi, Zeydi vs. ayrımı yapmıyoruz.
Bizim açımızdan İslam fıkhı sadece ibadet ve muamelat bahsinde değil, hayatın her alanında temel belirleyicidir. Bu cihetle İslam fıkhı, İslamî siyaset, mücadele, yöntem ve faaliyetlerimizde de Şer’i sınırlarımızı belirler. İslam fıkhına uymak, sadece belli bir dönemde ve belli fakihler tarafından verilip kalan fetvalarla sınırlı ve mukayyet kalmak değil, dünden bugüne bugünden yarına, bütün yönleriyle zamanını iyi tanıyan mübariz ulemanın yol göstericiliğine tabi olmaktır.
İlkeler, değerler içtihat ve prensipler noktasında kendileriyle farklı anlayış ve tutum içinde olduğumuz diğer Müslüman kardeşlerimizle ilişkilerimiz her zaman İslami kardeşlik ve dayanışma içinde olur. Farklı inanç, anlayış ve kabullerimiz, aynı noktada olmadığımız diğer kardeşlerimizle kardeşlik sevgi ve saygı hukukumuzu hiçbir zaman zedelemez.
İKİ: TEVHİD VE ÜMMET
A-) TEVHİD
Varlığımızın, kimliğimizin, hayatımızın ve amellerimizin dayandığı temel ilke TEVHİD inancıdır. Tevhid akidesi, hem zihinlerde bir inancı, hem amellerde bir pratiği, hem mücadelede bir kimliği, hem de sosyal ilişkilerde bir pusulayı ifade eder.
Tevhid inancı, birtakım tekfirci zihniyet ve cereyanların iddia ettiklerinin aksine, Müslümanlar arasında düşmanlık, ayrılık ve çatışmaların sebebi değil; yeryüzünde bütün Müslümanları kuşatıp birleştiren, bütün Müslümanlar arasında kardeşlik ve dayanışma sorumluluğunu güçlendiren, Müslümanları tüm yeryüzünde “ÜMMET-İ VAHİDE” (tek bir ümmet) kılan temel eksendir.
Tevhid akidesinin sosyal ilişkilerdeki tecessüm etmiş haline de “VAHDET-İ KELİME” diyoruz. Bu da; tüm yeryüzü muvahhidlerini aynı hedef ve aynı istikamet yolunda ortak söz ve tavır birliğine taşır.
“La ilahe illallah” ile ifade olunan Tevhid inancı, hayatın her alanında yalnız ve yalnız Allah Tebareke ve Teala’nın rububiyet, uluhiyet ve hakimiyetini tanımayı, yalnızca ve yalnızca ona kul olmayı, onun nizamını ikame ve hükümlerini tatbik etmek için çok yönlü bir mücadele içine girmeyi, yeryüzündeki tüm tağutî sistemleri reddedip onlardan beri olmanın gerekliliğini ifade eder.
Bu cihetle; aynı inanç ve hedefleri paylaşan bütün Müslüman kardeşlerimizle birlikte, “gayemiz Allah, yolumuz cihad, önderimiz Hz. Muhamed Mustafa (s.a.v) ve anayasamız Kur’an’dır” diyoruz.
B-) ÜMMET
Tevhid inancını kuşanıp “ben Müslümanlardanım” diyen, kardeşlik bilinci ve velayet bağı ile birbirleriyle kaynaşan bütün yeryüzü müslümanlarının ortak adı ÜMMET’tir.
Ümmeti ülkelere, ırklara, kavimlere, mezheplere, cemaatlere göre parçalamak, ümmet arasında etnik ve mezhebi ayrımcılık yapmak, Kur’an’a ve Hz. Resul-i Ekrem’in buyruklarına apaçık bir muhalefettir. Rabbimizin Kur’an’da tanımladığı üzere; İslam ümmeti tek bir ümmettir ve parçalanmaz bir bütündür.
İslam dünyasında tarih boyunca Müslümanlar arasında oluşan fikrî, içtihadî, mezhebî ihtilaflar, Müslümanları birbirinden farklı alanlarda biçimlendirse de, onları aynı ve tek bir ümmetin ayrılmaz parçaları olmaktan çıkarmaz. Bu cihetle; “içtihatta çokluk, ümmette teklik” değişmez esasımızdır.
ÜÇ- VAHDET ve UHUVVET
A-) VAHDET
Vahdet, tevhid inancına sahip bütün Müslümanların kardeşlik bilinci ve dayanışma sorumluluğuyla aynı amaç ve hedef doğrultusunda bir binanın yapı taşları gibi birbirleriyle kenetlenmesidir.
İlahi görev ve sorumlulukların ifasında, düşmanların saldırı ve komplolarının, zulüm ve zorbalıklarının durdurulmasında, ümmetimizin, mukaddesatımızın ve değerlerimizin savunulmasında, İslam bayrağının en yükseklere kaldırılıp hak ve adaletin bütün dünyada hakim kılınmasında yegane güç ve dayanak VAHDET’tir.
Vahdet bir kamuflaj, bir araç ve bir taktik değil, imanın, ihlas ve samimiyetin amele dönüşmesidir. Vahdet politik bir manevra değil, Allah’a kulluğun bir neticesi, Hz. Resul-i Ekrem’e ittiba ve sadakatın bir tezahürü olarak ibadî bir amel ve duruştur.
‘Müslümanlar bir vücudun azaları gibidir’ hadisi gereğince bütün yeryüzü coğrafyasında “ümmet kardeşliği” bizim şiarımızdır. Bu kardeşliği zedeleyecek her türlü tavır ve davranıştan uzak durmak da temel görev ve sorumluluklarımızdandır.
Yine Hz. Resul-i Ekrem’in buyurduğu üzere, yeryüzünün neresinde yaşarsa yaşasın bütün Müslümanlarla sevinçte ve tasada bir bütün olmayı, vahdet ve kardeşlik bilinciyle, Müslüman kardeşlerimizin yardımına koşmayı kendimize görev sayıyoruz.
Müslümanları ayrıştırıp kardeşlik bağlarını kopartan her tür ırkçılık ve mezhepçilikle mücadele edeceğimizi, sosyal ve siyasal alanda Müslümanların birbirleriyle dayanışmasını güçlendirecek çalışmalarnın içinde yer alıp mümkün olan her yolla katkı sunacağımızı ifade ediyoruz.
Bu anlamda ümmet içinde tefrika, niza ve çatışmalara yol açan mezhepçi ve ırkçı faaliyetlerin tümünü büyük bir gaflet, dünya müslümanlarını zaafa uğratıp hegemonya altına almak isteyen emperyalist, siyonist güçlere hizmet ve Ümmeti parçalayan bir fitne hareketi olarak görüyoruz.
Müslümanların etnik, mezhebî ve hizipsel aidiyetlerine, inanç ve içtihatlarına, değer ve simgelerine, saygı duyduğu lider şahsiyetlere yönelik aşağılayıcı, incitici, horlayıcı bir dil kullanmaktan şiddetle kaçınmak, İslamî vahdetin olmazsa olmaz temel şartlarındandır.
İslamî camianın esenliği ve bekası, Müslümanların kendi aralarında birbirleriyle sevgi ve saygıya dayalı ilişkilerine bağlıdır. Bir takım görüş, tutum ve yaklaşım farklılarından dolayı, Müslümanların herhangi bir kesimine, ya da camianın herhangi bir şahsiyetine karşı incitici, suçlayıcı ve tahkir edici bir dil ve tutum içine girmek, Müslüman kesimleri birbirine karşı ötekileştirip husumete sevk etmek, İslam ve ümmet düşmanlarına hizmettir.
Müslüman bireyler veya kurumlarla ilişkilerde toptancı bir bakış açısıyla hareket etmekten kaçınmak gerekiyor. Maslahat-ı amme-i müslimin cihetinden, Müslümanların genel çıkarları ve İslami direnişin faydasına görülen her noktada, paylaşabildiğimiz oranda ayrım gözetmeksizin herkes ve her kesim ile mümkün olduğunca dayanışma içinde olabilmeye azami derecede dikkat gösterme durumundayız.
Diğer yandan, bireysel ve kurumsal anlamda geçici ya da kalıcı ortak çalışmalar oluştururken de İslamî camianın ortak hassasiyetleri ciddi şekilde gözetilmeli, bu hassasiyetleri yaralayacak ilişkilerden kaçınılmalı, yanlış anlaşılmalara ve suçlamalara maruz kalacak durumlardan uzak durulmalıdır.
Müslümanların bir diğerinden farklı bir mezhebe, görüş ve içtihada sahip olması doğaldır. Ancak bir mezhep mensubunun diğer bir mezhebin içtihatları ve değerlerine karşı suçlayıcı bir dil, uslup ve tavır içine girmesi, ya da, belli bir mezhebi dışlayarak onun yerine başka bir mezhebi ikame etmeye kalkışması kabul edilemez.
Kimin hangi mezhep ve inancı taşıyacağı, hangi içtihadı benimseyeceği kişilerin kendi özgür iradesine bağlıdır; kimsenin mezhebî tercihlerine de karışılamaz, müdahale edilemez. Bütün İslam mezhepleri ümmetimizin değerleridir, hepsi tam bir saygınlığa sahiptir.
Hangi mezhepten, hangi cemaatten olursa olsun, “ben Müslümanlardanım” diyen herkes bizim kardeşimizdir. Onlarla birlik ve beraberlik içerisinde olmak, ümmet olmamızın doğal ve kaçınılmaz bir sonucudur.
Ümmet olma bilinci bize vahdetin toplumsal tevhid, tefrikanın ise toplamsal şirk olduğunu öğretmektedir.
B-) UHUVVET
Kuşkusuz ki, Ümmet ve vahdetin temeli İslam kardeşliğidir. Müslümanların birliği, dirliği, esenliği, düşmanları karşısında gücü, başarısı ve zaferi de doğal olarak İslam kardeşliğinin güçlü olmasına bağlıdır.
Bunun için her vesileyle Müslümanlar arasında sevgi ve saygıyı derinleştirecek adımlar atmalı, Müslümanların birbirleriyle dostluklarını güçlendirecek, onları birbirine daha çok yakınlaştıracak ilişkiler geliştirilmeli ve diyaloglar kurulmalıdır.
Müslümanlar arasında İslam kardeşliğini zedeleyecek, sevgi ve saygı bağlarına zarar verecek, birbirlerinin onur ve haysiyetine dokunacak ifade, uslup ve paylaşımlardan şiddetle kaçınmamız, katılsak da katılmasak da Müslüman kardeşlerimizin düşünce ve tercihlerine saygılı olmamız ve düşünsel ayrılıkların kardeşliğimizi zedelemesine fırsat vermememiz gerekiyor.
Müslümanlar arasında kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi hareket etmeyen, kendisi gibi tavır takınmayan kimselere üstten bakmak, onu aşağılamak, küçümsemek ve kötü sıfatlarla nitelemek, hem İslam kardeşliğine, hem de İslam edep ve ahlakına da aykırı bir durumdur.
Genelde tüm İslam ümmetinin, özelde de içinde bulunduğumuz Türkiyeli Müslümanların selameti, onuru ve izzeti her zaman evleviyetimizdir. Tutum ve tercihlerimizi de öncelikle bu esasa göre belirler, ona göre adımlar atarız.
Müslümanların kusur ve günahlarını araştırmak, ortalıkta konu edip yaymak İslam ahlakına aykırı olduğu gibi, İslam kardeşliğinin de ihlal edilmesi anlamına gelir. Müslümanların zaafları noktasında kardeşçe uyarıcı, öğretici, ıslah ve terbiye edici bir rol üstlenilmeli, bir kardeşimizden sadır olan kusurları, onun şahsiyetini kırıcı sebebe dönüştürmemeli, aksine onları hayırlı amelleri ve yaptığı güzel işlerle anarak kusurlarını örtücü bir tutumu tercih etmeliyiz.
Müslümanlar arası diyaloglarımızda, karşımızdakini küçümseyici, aşağılayıcı, horlayıcı, başkalarını kötü lakap, sıfat ve isimlerle anıcı bir dilden şiddetle kaçınmalı, dilimizi her zaman seviyeli, latif, temiz ve muhabbetli tutmalıyız.
Toplumsal ilişkilerimizde kardeşlerimizi kendi nefsimize tercih eden, kardeşlerimizin ihtiyaçlarını, sorunlarını, sıkıntılarını gözeten, mümkün olan her yolla kardeşlerimize yardımcı olmaya çalışan bir sorumlulukla hareket etmeli, Müslümanlar arası etkin bir uhuvvet, dayanışma ve yardımlaşma örnekliği sergilemeliyiz.
DÖRT-) KUDÜS ve MUKAVEMET
A-) KUDÜS
Kudüs; ümmet olma, ümmete izzet ve azamet kazandırma, ümmeti derleyip toparlama, ümmetin mukaddesatını ve onurunu topyekun savunma iradesinin, bilinç ve sorumluluğunun simgesidir.
Kudüs davası, sadece işgal altındaki belli bir İslam toprağının işgalden kurtarılması için verilen bir mücadele değil, İslam Ümmeti’nin topyekun izzet ve kurtuluşu için verilen mücadelenin kumanda merkezidir.
Kudüs; Hak ile batılın, nûr ile zulmetin, iman ile nifakın arasını ayıran bir Furkan, dost ile düşmanı, mert ile namerdi, yiğit ile haini tanıtan bir öğretmen, bulunmamız gereken yeri, katılmamız gereken cepheyi, kuşanmamız gereken mücadeleyi, yürümemiz gereken yolu gösteren bir kandil, kurtuluş ve zaferin sırrını, izzet ve azametin zirvesini öğreten bir mihraptır.
Dünya emperyalizmi ve siyonizmin İslam Ümmeti’ne karşı küresel savaşında Kudüs nasıl bir “ön cephe” ve ileri bir karakol” ise, İslam Ümmeti’nin küresel istikbar ve siyonizm karşısındaki cihanşümul dirilişi, vahdet ve kurtuluşunda da bütün Müslümanların ileri hattı ve ön cephesidir.
Kudüs ile olmak, ümmet ile olmaktır; Kudüs ile olmak, ümmetin mukaddesatına, izzet ve onuruna adanmaktır. Kudüs ile olmak, Kudüs’ün özgür ve aydınlık şafaklarından ümmetimizin topyekun kurtuluşuna adım atmak, evrensel hak ve adalet nizamının kurulacağı günlerin sabahına uyanmaktır.
Kuşkusuz ki siyonist işgal rejiminin tarih boyu en büyük destekçisi ve koruyucusu Amerikan emperyalizmi olmuştur. Amerikan emperyalizmi ile siyonizm, İslam Ümmeti karşısında tek bir cephe ve tek bir kale gibidir. İslam Ümmeti ile Kudüs’ün ayrılmazlığı nasıl bir hakikat ise, Amerikan emperyalizminin siyonizm ile tarihsel bütünlüğü ve ayrılmazlığı da açık bir gerçektir.
Kudüs ile olmak; Amerikan emperyalizmi ve siyonizmin İslam yurtlarındaki tüm varlığına son verecek kutlu bir kervana katılmaktır. Kudüs ile olmak, “Kudüs Gönüllüleri” olarak, yüreklerimizi, bileklerimizi Kudüs’e uzatmak, hayasızca akınları durdurmak için göğüslerimizi Kudüs’e siper etmektir.
B-) MUKAVEMET
Ümmetimizin ve mukaddesatımızın savunulması uğruna dünya istikbarı ve siyonizme karşı mücadele etmek, onların her türlü zorbalığına, zulüm ve saldırılarına karşı direnmek, özellikle de işgal altındaki Filistin topraklarının, Kuds-i Şerif ve Mescid-i Aksa’nın siyonist işgalden kurtarılması için “mukavemet ekseni” ile tam bir dayanışma içinde olmak varlığımızın temel esası ve kırmızı çizgimizdir.
Mukavemet bir sorumluluk, bir bilinç ve bir basirettir. İslam’ın ve ümmetimizin asıl düşmanlarını iyi tanıma, onların plan ve projelerine karşı güçlü, etkili ve dirayetli bir şekilde ayakta durma, başarı, kurtuluş ve özgürlük kapılarını açıp zaferlere ulaşmanın yollarını en güzel bir şekilde mukavemet hattından öğrenebiliriz.
Ümmet ve vahdet bilincini kuşanmış bütün dünya Müslümanları bu mukavemet hattında buluştuğu gibi, düşman da kendisini sürekli ittifaklar, koalisyonlar ve paktlar şeklinde ortaya koymakta ve öne çıkarmaktadır.
Mukavemet ekseninin karşısındaki şer cephesi, tüm bileşenleri ve suç ortaklarıyla birlikte “ABD-İsrail-Suud” tarafından oluşan “üç başlı şer ittifakı” olarak karşımızda durmaktadır.
Kudüs mücadelesi ve direniş hattı, sadece Müslümanlarla sınırlı bir eksen de değildir. Müslüman olsun olmasın, yeryüzünün her bir yanında özgürlük, onur, adalet arayışı içinde olan, emperyalizm, sömürgecilik, ırkçılık ve Siyonizm karşısında bütün ezilenlerin ve özgür halkların insanlık temelinde buluştuğu küresel bir hattır.
Kur’an’da Müslümanlara emredilen “emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker” vazifesi gereği, İslam ülkelerinde hangi hükümet olursa olsun, Müslümanlara yönelik zulüm ve baskı, İslam’ın hükümleri ve mukaddesatımıza saldırı ve saygısızlık, emperyalist ve siyonist projelerle uyum ve işbirliği, hukuksuzluk, yolsuzluk ve yozlaşma durumlarında meşru yol ve yöntemlerle tepki göstermek, iktidarlara ve yöneticilere karşı hak, adalet ve meşruiyet noktasında gerektiğinde uyarıcı ve muhalif rolünü ifa etmek ayırıcı özelliklerimizdendir.
Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin İslam dünyasına ve özelde ülkemize yönelik tüm proje ve planlarına, ülkemizin bağımsızlık ve egemenliğine yönelik tüm komplo ve kumpaslarına, siyasi, ideolojik, askeri ve ekonomik müdahaleciliklerine karşı sürekli müteyakkız olmak, bu konuda gereken sorumluluğu taşımak ve gerektiğinde dış müdahaleler karşısında aktif tavır ve tutum takınmak temel görevlerimizdendir.
BEŞ: ÇALIŞMA ALANLARIMIZ
Filistin ve Kudüs davasını ümmetimizin asli ve merkezi davası olarak bilip, dikkatleri ve çabaları öncelikli olarak Kudüs ve Filistin mücadelesine odaklandırmak, özellikle de, Kudüs’ün Siyonist rejimin başkenti ilan edilmesi sonrasında ülkemizde Kudüs’e sahip çıkma ve Kudüs’ü savunma duyarlılığını güçlendirmek.
Kamuoyunda Kudüs eksenli bir duyarlılık ve seferberlik oluşturmak için İslamî medya ile kapsamlı bir işbirliği ve koordinasyon içinde ortak projeler ve programlar hazırlamak, periyodik gündemler belirlemek.
Dünyanın her bir yanında “Kudüs Davası” ile ilgili çalışan bireysel aktivistlerden kurumsal oluşumlara kadar geniş düzlemde ilgili tüm muhataplarla doğrudan dayanışma ve koordinasyon içine girmek, bu minval üzere bir sivil inisiyatif olarak “ULUSLARARASI KUDÜS GÖNÜLLÜLERİ” adı altında etkin ve dinamik bir çalışmaya öncülük etmek.
“Kudüs Gönüllüleri” inisiyatifinin ülkemizde etkin ve başarılı olabilmesi için internet ortamından, sosyal medyadan, dergi, broşür, albüm vb. süreli ya da süresiz basılı yayınlardan istifade etmek.
Yabancı dillerde de yayın yapacak Kudüs Gönüllüleri’ne özgü bir site hazırlamak.
Dünyanın neresinde olursa olsun, saldırıya ve işgale uğrayan bütün İslam beldelerindeki mazlum Müslüman kardeşlerimizle maddi manevi her alanda dayanışma içinde olmak, kardeşlik ellerimizi uzatarak onların yalnız ve sahipsiz kalmadığını göstermek. Bu amaçla özellikle “şehit aileleri” ve “yetimlerle dayanışma” amacıyla fonlar ve kampanyalar düzenlemek.
Savaş, yoksulluk, afet vb sebeplerle mağdur, mahrum ve mülteci durumuna düşmüş Müslümanlara mümkün olduğunca kardeşlik elimizi uzatarak, onlara yardımcı olmaya, ihtiyaçlarını karşılamaya, acılarını azaltmaya çalışmak. Bunun için ensar projeleri geliştirip uygulamak.
Siyasi düşünceler ve inançları dolayısıyla haksızca tutuklanıp hapishanelere konulan tutsak Müslümanlarla her türlü dayanışma içinde olmak.
Küresel emperyalizm ve siyonizm karşısında duran, sömürgeci, ırkçı, hegemonyacı politikalara karşı direnen, bundan dolayı da emperyalizm ve müttefiklerinin saldırı ve komplolarıyla karşılaşan dünyanın tüm ülke ve özgür halklarıyla ortak dayanışma içine girmek.
İslami kimliğimiz ve misyonumuz doğrultusunda belli zamanlar ve yıldönümlerinde Eyyamullah’ı canlı tutmak, uygun anma programları, etkinlikler ve oturumlar düzenlemek.
KUDÜSDER - KUDÜS GÖNÜLLÜLERİ